Daha yirmili yaşlarımda SCUBA eğitimi alıp denizin altına dalmaya başladığımda kendimi çok uzaklardan gelip yeni bir dünyayı keşfeder gibi hissetmiştim. Daha önceleri nefesimi tutup ciğerlerimin bana izin verdiği kadar kalabildiğim derinlikler çok geride kalmış, daha derinlerde yeni bir dünyayı tanımaya başlamıştım. Artık dergilerde, filmlerde gördüğüm canlılar karşımdaydı, renkler yoktu, alışık olmadığım farklı bir ışık ortamındaydım. Hatta daha önce hiç görmediğim canlılar ile karşılaşıyor, onların davranışlarına ilk kez tanık oluyordum. Yaptığım dalışların sayıları arttıkça daha çok şeyi keşfediyordum. Her dalışımı, gördüklerimi başkalarıyla paylaşma duygusu gittikçe içimde büyüyordu. Sanki ailem, çevrem ile deniz altındaki köprü bendim. Anlatıyordum, tarif ediyordum, meraklı sorulara yanıt aramaya çalışıyordum. Ama bunu bir yere kadar başarabiliyordum. Gördüklerimi çevremdekilere de gösterememek sanki bir şeyi anlatmaya çalışırken kelimeleri bulamamak gibi geliyordu bana. Ne yapıp edip onlara göstermeliydim, onlar orada olamasalar bile ben onlara bu dünyayı taşımalıydım. Bir dalışımda bir deniz anemonun yanında dipte diz çöktüm, iki elimin işaret ve başparmaklarını birleştirip onu bir kadraja aldım ve hayalimdeki deklanşöre bastım. Aslında o hiç çekilmemiş fotoğraf karesi benim için su altında çekilen ilk fotoğraf olmuştu. O gün su altında fotoğraf çekmeye karar vermiştim.
.
.
Ateş Evirgen kültür, sanat, gezi rehberiniz Arka Plan Sanat’ın 31. sayısında sizler için fotoğraflayıp yazdı…
.
.
📰 Dijitalleşen dünyamızda dijitale bulaşmadan sadece dokunarak okuyabildiğiniz yayın organımız Arka Plan Sanat’ın 31. sayısına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
.
👉